12 Haziran 2017 Pazartesi

Bizler hayvanları neden evlerimizde bakmaya meraklıyız, mesela siz neden kedi besliyorsunuz?

Bir takipçimden şöyle bir soru aldım ve bununla ilgili yazmaya karar verdim.
Soru şu: “Bizler hayvanları neden evlerimizde bakmaya meraklıyız, mesela siz neden kedi besliyorsunuz? ”
Bu sorunun soruluş amacının kesinlikle hayvanlara düşmanca bir yaklaşım içermediğini düşünmekle birlikte hatta insanların hayvanları bencilce eve hapsetmelerine yönelik iyi niyetli ve insan davranışını anlamaya yönelik çok da güzel bir soru olduğunu düşünüyorum. Ve de cevaplaması çok zor bir soru olduğunu kabul ediyorum.
Sorunun cevabına geçmeden önce sevgi kavramını biraz irdelemek gerektiğine inanıyorum. Çünkü öyle ya da böyle ideal şartlarda onları seviyoruz, besliyoruz, bakıyoruz, tuvaletlerini temizliyoruz, hasta olduklarında veterinere götürüyoruz. Hem maddi hem manevi hem de zamansal olarak yatırım yapıyoruz. Peki “sevmek” yeterli mi, ya da hep sandığımız kadar masum bir duygu mu?
Üzgünüm insan ya da hayvan bir canlıyı severken neden sevdiğimizi bilmiyorsak ve içimizde bir yerlerde bencilce seviyorsak, sevgi o kadar da masum değil maalesef. Peki bencilce sevmek ne demek? Bir canlıyı, öyle olduğu için, şunu yaptığı için, size şöyle davrandığı için, sizi sevdiği için, sevimli olduğu için sevmek, altını çizerek söylüyorum, herhangi bir canlı (yani buna hayvanlar, sevgiliniz, eşiniz de dahil) bu bencilce sevmektir. Şu cümleyi tamamlayın; “………’ı seviyorum, çünkü………….” Bu çok önemli bir soru. Hem kendinizi tanımanız açısından, hem de karşınızdaki insana ya da hayvana yüklediğiniz anlamlar açısından. Örneğin; “Pati’yi seviyorum çünkü başını eğip öyle tatlı bakıyor ki bana.” Cümlesi. Üzgünüm, içinden kendinizi yani  “ben” sözcüğünü bir an olsun çıkaramadığınız bir sevgi cümlesi o kadar da masum bir sevgi olamaz. Bir canlıyı bize muhtaç olduğu için, ya da bizi sevdiği için, ya da bize muhtaç olduğu için, ya da duygusal ihtiyaçlarınıza cevap verdiği için, ya da insanlardan alamadığımız güven ve huzuru bize verebildikleri için seviyorsak, o sevgiyi revize etmemiz gerekebilir.
Gerçek sevgi, saygıdan ayrı düşünülemez, bir birey, bir yaşayan olarak o canlıya saygı duymuyorsak, sadece “o” olduğu için sevmiyorsak ve kendimizden farklı (aşağıda ya da yukarıda) tutuyorsak sevgi konusunda biraz daha düşünmemiz gerekir. Bir ipucu daha, kendimizi sorgulayabilmemiz için; eğer hayvanları şekillerine, tiplerine göre ayırıyorsak, ya da evimizde beslediğimiz hayvanı sokaktakilerden farklı görüyorsak yine bir soru işareti koyabiliriz sevgi anlayışımıza.
Geçelim sorunun cevabına;
kimi çocuğu sevinsin diye alıyor hayvanları eve fakat çoğunlukla hayvan sevgisi nedir öğretmeden, sadece oyuncak gibi görerek; kimi kendisine arkadaş olsun, yalnızlığını dindirsin diye alıyor hayvanları eve, sokaktaki hayvanlar yetmezmiş gibi; kimi duygusal boşluğunu doldurmak için, şefkat görmek için alıyor, kendine şefkat göstermeyi öğrenmek yerine; kimi insanlardan ümidini kesmiş hayvanları yüceltiyor, onun yerine insanlarla iletişim kurmayı öğrenebilecekken ve güvenebileceği insanları bulabilecekken; kimi tamamen sadist arzularını ve üstünlük kurma ihtiyaçlarını tatmin edebilmek için alıyor onları eve; kimi bir canlının kendisine muhtaç olmasından besleniyor.
Benim beş adet kedim var. Ama onlarca kedi baktım şimdiye kadar. Merak etmeyin ölmediler. Bir hayvanın yaşadığı alanı bozup, yerinden hiç ayırmadım şimdiye kadar, özellikle annesinden hiç. Hasta olanları iyileştirip, iyileştikten sonra yerlerine bırakmaya özen gösterdim. Bazılarını kurtaramadım, bazıları da gitmediler. Alışabilecekleri bir yer olmadığı için belki de, belki de sadece gitmek istemedikleri için. Bendeki bu beş kedinin hepsi de ölmek üzere olan kedilerdi. Yaşamın doğasında, kimi kargaların saldırısına uğramıştı, kiminin annesi bakmamıştı, kiminin bacağı kırıktı, kimi hastalıktan ölmek üzereydi, kiminin üstünden arabalar geçiyordu. Evet zaten doğada tüm canlılar yaşayamıyor, doğal seçilim gibi bir faktör var ama bir de insanın doğayı katletmesi var. Her yeri betonlaştıran, hayvanlara yaşam alanı bırakmayan, canlı çeşitliliğini azaltıp avlanmalarına olanak vermeyen ve aç kalmalarına neden olan, kakalarını yapabilecekleri ufacık bir toprak parçası bırakmayan, onları hiçe sayan biz insanlar değil miyiz? Onların hastalanmasında, bakımsız kalmasında, beslenememesinde payımız olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden bir insan olarak sorumluluk hissediyorum ve belki de biraz suçluluk. Çünkü sevmekten önce onlara saygı duyuyorum. Sonra da sadece yaşadıkları için ve hisleri olduğu için ve koşulsuzca sadece “oldukları” için onları seviyorum.
Sonuç olarak, hepimizin bir takım motivasyonları var evcil hayvan beslemek için; ama en azından bilincinde olmamız gereken şey, onları eve alıyorsak ve ortamlarından uzaklaştırıyorsak, evde de mutlu olmalarını sağlamamız gerektiği. Onlar biblo ya da oyuncak ya da bizim duygusal yastıklarımız değiller. Aynı evin içinde birlikte yaşıyorsak elbette kurallar olmalı, ama bu kurallar onların kişiliklerini hiçe saymaya giderse yani saygısızlığa benzerse o zaman da bencilce bir sevgiye kapılmışız demektir.
Sizlere, saygıyı ve koşulsuz sevgiyi hissedebileceğiniz ve hissettirebileceğiniz bir yaşam diliyorum.



4 Mayıs 2017 Perşembe

Farklı Gelişen Çocuğum Var!!!


Çocuklarda, genetik ve/veya çevresel etmenler sonucunda, doğum öncesi, sonrası veya sırasında oluşabilen, farklı (olağan dışı) gelişim özelliklerinin görülmesine sebebiyet veren bazı semptomlar ve kişilik bozuklukları bulunmaktadır. Hastalık olarak nitelendirilemeyecek; tedavisi bulunmayan fakat eğitim ve psikolojik destek ile bireyin topluma uyumunun sağlanabildiği farklı gelişim tipleri bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı, otizm, mental retardasyon, down sendromu, frajil x sendromu, serebral palsi, öğrenme güçlüğü olarak sıralanabilir. Bu sendromlara sahip olan bireylere farklı gelişen bireyler denilmektedir.
Farklı gelişen bireylerin yaşamlarını verimli bir şekilde geçirebilmeleri ve gelişebilmeleri için öncelikle toplum olarak yerleşik bir biçimde süregelen alışkanlık ve davranış örüntülerinden vazgeçmek gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi için ise toplumun bütününden önce farklı gelişen bireylerin ailelerinin bilinçlenmesi gerekmektedir. Öncelikle bilinmelidir ki farklı gelişen bireyler, toplumun deyimiyle “deli” veya “hasta” veya “özürlü” değildirler.
Farklı gelişen çocuğu olan ailelerin öncelikle yapması gereken şey bu durumu bir an önce kabullenip, ilerideki süreçte neler yapılması gerektiğini konuşmaktır. Farklı gelişen bir çocuğunuz olduğu için suçlu değilsiniz ama bu durumu kabul etmeyip hiçbir şey yokmuş gibi davranmak, çevreden gelen uyarıları kulak ardı etmek ve her şeyin “normal” ilerlediğine dair kendinizi kandırmak, ileride geri döndüremeyeceğiniz sonuçlara neden olabilir. Bir an önce durumu kabul edip, ona göre eylem planı yapmak hem sizin için hem de çocuğunuz için en yararlısı olacaktır. 
Farklı gelişen çocuğu olan ailelerin sergilememesi gereken başlıca tutum çocuklarına acımaktır. Acımak ve çocuğu diğer çocuklardan aciz görmek ve bunu davranışlarla göstermek çocuğa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Acıma duygusunun neden olduğu davranışlardan en önemlisi ve tehlikelisi, çocuk için her şeyin aile tarafından yapılmasıdır. Bu sözden kastedilen; çocuğun yapması gereken temel aktivitelerin ( öz bakım davranışları, örneğin, yemek yeme, yürüme, üstünü değiştirme, müzik setini çalıştırma, televizyonu açma, merdiven çıkma, yürüme, yerden kalkma vb.) anne ya da baba tarafından yapılmasıdır. Çocuk aciz, savunmasız ve hasta olarak görüldüğü için kendi potansiyelinin el verebileceği çoğu aktiviteden mahrum bırakılır ve bu da engelli kimliğinin üzerine yapışmasına neden olur. Bunun sonucunda da çocuk, potansiyelinin farkında olmadığı için ve zaten başaramayacağı kanısına şartlandığı için bu tür aktivitelerden iyice uzaklaşır. Bireyin kendine güveni azalır, özerklik kazanma yetisini bir kenara bırakır ve kendisini aciz ve her daim yardıma muhtaç bir insan olarak görmeye başlar. Yaş ilerledikçe de bazı yetiler çocukken kazanılmadığı için, birey hiçbir ilerleme kaydetmeden büyür ve hayatı boyunca başka bir insanın bakımına ihtiyaç duyar. Daha ileriki yaşlarda da bu yetilerin öğrenilmesi zorlaşacağı için hem birey hem de ona bakım veren yakınları için iş daha da zorlaşır.
Farklı gelişen bireylerin ailelerinin ve toplumun en fazla yaptığı hatalardan biri farkında olmadan onları ötekileştirmektir. Onların yanında, onları hiçe sayan, nesneleştiren konuşmalar yapılması, nasıl bir “hastalığa” sahip olduğundan uzun uzun bahsedilmesi, bireyin bir sohbet malzemesi olarak kullanılması, işinin ne kadar zor olduğunun dile getirilmesi, ondan bir birey olarak değil bakılmak zorunda olunan bir varlık olarak bahsedilmesi, onun yapılan aktivitelere dahil edilmemesi, onunla konuşulmaması, o yokmuş gibi davranılması, bir köşede sessizce durduğu ve meşgul olunmadığı sürece öylece bekletilmesi kesinlikle yanlıştır. Bu davranışlar da aynı şekilde bireyin kendisini “hasta” veya “engelli” olarak görmesine neden olur. Bunu en aza indirmek için bireye olabildiğince aile içinde ve sokakta topluma dahil olma fırsatı verilmelidir. Örneğin, aile içinde oynanan bir oyuna dahil edilmeli (burada illa ki oyunu oynamak zorunda değildir, dahil olmak yeterlidir), ya da bir lokantada kendi yemeğini sipariş etmesi için fırsat verilmelidir, ya da o konuşmasa bile onunla konuşulmalıdır. (Farklı gelişen bir birey olması sizi anlamadığı ve size bir şeyler anlatamayacağı anlamına gelmez, siz yeter ki onu bir birey yerine koyun)
Farklı gelişen çocukların en fazla ihtiyaç duyduğu şey aslında güçlenmektir. Sürekli başkaları tarafından acınan ve farklı geliştiği için farklı davranılan, bebek yerine konan bireyler için güçlenmek, bir şeyleri başarabileceğine inanmak ve başarı elde etmek oldukça zordur. Çocuğun güçlenmesinin tek yolu ise, ona kendi öz bakımı ile ilgili sorumluluk vermektir. Ancak bu şekilde gelişimi kendi potansiyeli seviyesine çıkabilir ve hatta bu seviyeyi aşabilir. Örnek vermek gerekirse; normalde 2 yaşındaki bir çocuğun kendi kaşığını acemice tutup, üstünü biraz kirleterek yemek yemesi beklenir. Farklı gelişen 2 yaşındaki bir bebek ise, daha acemice davranabilir, kaşığını tutamayabilir, ya da kaşığı tutabilir ve ağzına götürmekte zorlanıyor olabilir. Çocuğun bunları zorlanarak yapıyor olması hiç yapamayacağı anlamına gelmemektedir. Belki daha yavaş öğrenecektir ama kesinlikle öğrenebilecektir. Bu durumda yapılacak en yanlış davranış, daha önceden de bahsettiğim gibi “Nasıl olsa yapamıyor, zaman kaybetmeye gerek yok, ben yedireyim de bitsin, çocuk aç kalmasın.” demektir. Yapılacak en doğru davranış ise, çocuğun hata yapmasına izin vermek kaydıyla, onu destekleyerek, ona ne yapması gerektiğini öğreterek, kendi başına yemek yemesine katkıda bulunmaktır. Bu kademeli ve sabır isteyen bir iştir. İlk denemede olmasını beklememek gerekir ama çalışıldıkça gelişme görüleceği bir kesindir. Burada önemli olan bireyin kendisinin de yapabileceklerinden haberdar olmasıdır.
Hayatı hem kendiniz hem de farklı gelişen çocuğunuz için zorlaştırmak istemiyorsanız, bırakın kendisi için o da bir şeyler yapsın. Hayatı boyunca onun yanında olamayacaksınız. Bu yüzden sizin olmadığınız zamanlarda, kendi kendine maksimum düzeyde bakabilmesi, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, kendine uğraşlar bulabilmesi ve hatta bir işte çalışabilmesi için lütfen onlara fırsat veriniz. Lütfen unutmayınız herkesin gelişme potansiyeli vardır. Ve bu gelişme potansiyelini bireyin elinden almak, iyilik yapıyorum sanırken aslında ona en büyük kötülüğü yaptığınız anlamına gelmektedir.
                                                                 

Uzm. Psikolog Aslı Handan Avşar

                                                                                                                                             

22 Nisan 2017 Cumartesi

Cinsel İlişki Konusunda Doyuma Ulaşan Çiftlerin Özellikleri




Sadece karşı tarafı memnun etmeye çalışmazlar

Cinsel yaşamda çiftlerin yaptığı en büyük hatalardan biri karşı tarafı memnun etmeye çalışırken cinsel aktiviteyi bir kenara atıp başarı ve sonuç odaklı bir cinsellik yaşamaktır. Çoğu kişi karşı taraf Mutlu olduğunda kendisinin de Mutlu olduğunu ve cinsellikten doyum aldığını zanneder.  Halbuki cinsel yaşamı iyi olan çiftler partnerlerini rahatsız etmeyecek, partnerlerine duyarlı olacak şekilde kendi hazlarına odaklanırlar. Herkesin kendi hazzına odaklandığı bir cinsellik çok daha doyurucu ve tatmin edicidir. Araştırmalar göstermiştir ki kendi hazzına odaklanmayan kişinin partneri de onu memnun etmek için rol yapma eğilimi gösterir ve memnun olmuş gibi davranmaya çalışır. 

Cinsellik hakkında konuşur ve kritik yaparlar

Cinsel yaşamı iyi olan çiftler partnerlerini daha iyi tanımak ve birlikte daha iyi vakit geçirmek isterler. Bu yüzden cinsellikle ilgili konuşmaktan kaçınmazlar. Cinsellik öğrenilen bir olgudur, dolayısıyla gelişim devam eder. Partnerler bu gelişimde en fazla rolü olan unsurlardandır. 

İsteklerini belirtmekten kaçınmazlar

Cinsel deneyim çoğu zaman özneldir. Konuşmayan ve isteklerini söylemeyen çiftlerin birbirlerini anlamaları her zaman mümkün olmayabilir. Bu yüzden en iyi yol konuşmak ve isteklerini dile getirmektir. Bunu cinsel aktivite sırasında yapmak ise ilişkiye farklı bir boyut getirir. 

Sonuca odaklanmaktan çok sürece önem verirler

Cinsellikte amaç orgazm olmak olmamalıdır. Cinsellikten amaç haz almaktır. Sonucunda ejekülasyon ( boşalma) veya orgazm olur fakat her zaman böyle sonuçlanacak diye bir kaide yoktur. Orgazma yani sonuca odaklanan çiftler cinsel aktiviteden haz alamazlar, sonuca odaklanmak yerine sürece odaklanan ve anı yaşayan çiftler için cinsellik daha doyurucudur. 

Yeni deneyimlere açıktırlar

Tekdüze bir cinsellik zaman içinde anlamını yitirebilir ya da verdiği haz azalabilir. Cinselliğe daha geniş bir perspektiften bakmak ve fantezi dünyasını genişletmek cinselliği daha doyurucu ve eğlenceli bir hale dönüştürür.  Cinsel yaşamı doyurucu olan çiftler yenilenmeye daha açıktırlar. 

Merak ederler ve gelişime açıktırlar

Cinsel bilgi sadece deneyimle artmaz. Deneme bazen yanlışların da tekrarlanmasına neden olur. Bu yüzden cinsellik hakkındaki bilgileri okumak, insan anatomisini öğrenmek, kadın ve erkek cinselliği hakkında, cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgi sahibi olmak, merak etmek ve öğrenmek çok önemlidir.

Cinsel ilişki hali dışında da birbirlerine dokunurlar 

Dokunma, bir yakınlaşma yoludur. Cinselliği doyurucu olan çiftler ise birbirlerine yakın olmaktan hoşlanırlar. Bu yakınlık cinsellik dışı aktivitelerde de kendini gösterir. Çiftler günlük aktivite zamanlarında da birbirlerine dokunur ve yakın olmaktan hoşlanırlar. 

Kendiliğindenliğe önem verirler

Cinsellikte spontanite çok önemlidir. Planlanmış, zamanı belli olan bir cinsel aktivitedense, beklenmedik, yaratıcı ve kendiliğinden gelişmiş bir cinsel yaşam çok daha doyurucudur. Sürprizlere açık, çiftin birbirini arzuladığını zamansız belli ettiği bir cinsellik çiftler arasındaki yakınlığı arttırır. 

Cinselliği çok yönlü değerlendirirler

Cinsellik sadece koitus (penis vajina ilişkisi) tan ibaret değildir.  Öpüşmek, koklaşmak, şakalaşmak, gıdıklama, dokunma vb tüm aktiviteler yerine göre cinselliğin çok önemli parçalarıdır. Cinsel aktivitede asıl amaç nitelikli vakit geçirmek ve haz almaktır. 


Uzm. Psk Aslı Handan Avşar

14 Nisan 2017 Cuma

Deli, Delilik ve Toplum

Şehrimizde, köyümüzde, mahallemizde hepimiz en az bir kere bir “deli”ye rastlamışızdır. Rastlamışızdır çünkü kültürümüz gereği, onları toplumun bir parçası olarak görebilir ve olduğu gibi kabul edebiliriz. Hatta bu norm dışı insanlarla yaşamaya alışığızdır çoğunlukla. Avrupa kültürlerinde, genelde görmezden gelinen, yokmuş gibi davranılan, yaklaşmaktan korkulan hatta Ortaçağ Avrupa’sında eziyet edilen bu insanlarla, bizler aksine konuşur, dertleşir, eğleniriz hatta bazen onlara akıl bile danışırız. Onların farklılıklarını hoş görebilmiş ve onları birer birey olarak kabullenmişizdir. Bu bir tesadüf değildir elbette. Yüzlerce, binlerce yıl boyunca oluşagelen ve toplumsal miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılan kültür bunu getirir. Bu aktarım ve kültür içinde bizler yani “norm içinde kalan insanlar” yüzyıllar boyunca delilerin kendine has özelliklerini, yaşama biçimlerini benimsemiş, kabul etmiş ve hatta onlarla etkileşime geçmiş bir şekilde varlığımızı sürdürmekteyiz. Süregelen bu durumun en güzel göstergesi, tüm kültürel aktarımın sembolleşmiş hali olan dildir. Kuşak aşkın aktarım bağlamında delilerin yer ve önemini, kullandığımız dile ve sembollere bakarak bile anlamamız mümkündür.
Deli” kelimesi, Türkçe’de eski çağlardan bu yana kullanılan bir kelimeydi. (Batı Türkçesi, Doğu Türkçesi, Kıpçak Türkçesi, Anadolu Türkçesi, Kazak Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi) Türk mitolojisinde ve İslamiyet kabul edildikten sonra da delilerin ismi ve yeri vardı. Teli, delü, telü, tilbe, tilber, tilve, divana, telba, cini gibi kelimelerle nitelendirilen deliler, atasözü ve deyimlerde de sıkça yer almalarıyla toplumdaki büyük ve kabul edilen yerlerini bu zamana kadar korumuşlardır. Örneğin, “Köy delisiz, dağ çalısız olmaz” sözü onların sosyal hayatın bir parçası olma özelliklerini, “Koyverin deliyi boylasın Bolu’yu” sözü, gezer halde bulunmalarını gösteren atasözleridir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Deliler, gerçeklik sınaması büyük oranda bozulmuş ama gerçek yaşamdan da tamamen kopmamış psikoz hastalarıdır. Kendilerine ya da çevreye zarar vermedikleri, ölümcül veya yaralayıcı saldırganlıkları olmadığı ve güvenliği tehdit etmedikleri için toplumla uyum içinde yaşayabilmektedirler. Genellikle bir takıntıları yani obsesyonları hatta kompülsif davranışları bulunmaktadır, alkol bağımlılığı onlarda sıkça görülür. Bazıları çabuk sinirlenebilir ve saldırgan olabilir, fakat herhangi bir tehditle karşılaşmadıkları sürece zarar verici olmazlar. Genellikle gezici halde bulunurlar, çok yürürler. Kendilerine has giyim tarzları vardır. Onlara verilen kıyafetleri çok çabuk kabullenmez, kabullense bile kendi tarzına uygun hale getirir ve kullanırlar. Çoğu sabit bir yerde yaşamayı sevmez. Çoğu kaldıkları derme çatma evlerini yakarlar. Deliliğin kalıtsal bir yanı olsa da, kimi yaşadığı travmatik bir olaydan etkilenerek, kimi alkol ve uyuşturucu gibi tetikleyicilerden dolayı psikoza girmiş olabilir. Bazı delilerin nidalarına baktığınızda, birine ya da bir duruma sitem edip kızdığını, bir olaya saplandığını gözlemleyebiliriz. Bütün bunlara rağmen norm dışı davranışları, onların toplum dışına itmemiştir, hatta kendilerine has bir uyum sağladıkları da gözlenebilmektedir. Eski çağlardan bu yana, onlara atfedilen bir takım özellikler ve görevlerin olması da bunu destekler niteliktedir. Örneğin, Şamanizm ve Gök tanrı dinlerinde, delilerin metafizik kavramların etkisinde olan kimseler olduğuna inanılır; falcılık, gelecek görme, kurşun dökme ve uğursuzluktan koruma, hekimlik ve kötü ruhların kovulması gibi misyonlar yüklenirdi. Yani eski çağlardan beri toplum içinde yerleri ve görevleri vardı. İslami kültürde ise Allah aşkından ötürü aklını kaybetmiş insanlar olarak “mecnun” diye anılırlardı. Eskiden bu yana delilerin bir takım özellikleri ise tamamen uyumlu, hatta ideal olarak da görülmektedir. Örneğin, deliler, dedikodu yapmaz, yalan söylemez, hırsızlık yapmaz, ırz düşmanlığı yapmaz (yaptıkları bazı cinsel içerikli hareketler çoğunlukla ırz düşmanlığı amaçlı değil dürtü kontrolünün azlığındandır), toplumu eğlendirir, küçük şeylerle mutlu olur, menfaat ilişkisi kurmazlar, hatta bazen dert dinlerler. Bu yönleriyle de toplumca saf ve temiz görünürler hatta özgür yaşantıları, özenilen bir durumdur. Bir yönüyle belirsizlikleri ve kestirilemeyen davranışları insanlarda korkuya da neden olabilir.
Sonuçta, “delilik” ve “deli” ayrı ayrı herkesin zihninde başka tanımlarla ve deneyimlerle konumlanmış olsa da, içinde yaşadığımız zengin kültürün, toplumda onlara da azımsanmayacak kadar büyük bir yer açtığını söylemek mümkündür. Umut ederim ki özünde her ırka, her dine, her renge, her yaşa ve yaşantıya yer açmayı bilen bu kültür nefretle ve aşağılanmayla değil, hoşgörü ve kabulle yüzyıllar boyu değerlerini koruyarak varlığını sürdürür.



Bizler hayvanları neden evlerimizde bakmaya meraklıyız, mesela siz neden kedi besliyorsunuz?

Bir takipçimden şöyle bir soru aldım ve bununla ilgili yazmaya karar verdim. Soru şu: “Bizler hayvanları neden evlerimizde bakmaya merakl...