Şehrimizde,
köyümüzde, mahallemizde hepimiz en az bir kere bir “deli”ye
rastlamışızdır. Rastlamışızdır çünkü kültürümüz
gereği, onları toplumun bir parçası olarak görebilir ve olduğu
gibi kabul edebiliriz. Hatta bu norm dışı insanlarla yaşamaya
alışığızdır çoğunlukla. Avrupa kültürlerinde, genelde
görmezden gelinen, yokmuş gibi davranılan, yaklaşmaktan korkulan
hatta Ortaçağ Avrupa’sında eziyet edilen bu insanlarla, bizler
aksine konuşur, dertleşir, eğleniriz hatta bazen onlara akıl bile
danışırız. Onların farklılıklarını hoş görebilmiş ve
onları birer birey olarak kabullenmişizdir. Bu bir tesadüf
değildir elbette. Yüzlerce, binlerce yıl boyunca oluşagelen ve
toplumsal miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılan kültür bunu
getirir. Bu aktarım ve kültür içinde bizler yani “norm içinde
kalan insanlar” yüzyıllar boyunca delilerin kendine has
özelliklerini, yaşama biçimlerini benimsemiş, kabul etmiş ve
hatta onlarla etkileşime geçmiş bir şekilde varlığımızı
sürdürmekteyiz. Süregelen bu durumun en güzel göstergesi, tüm
kültürel aktarımın sembolleşmiş hali olan dildir. Kuşak aşkın
aktarım bağlamında delilerin yer ve önemini, kullandığımız
dile ve sembollere bakarak bile anlamamız mümkündür.
“Deli”
kelimesi, Türkçe’de eski çağlardan bu yana kullanılan bir
kelimeydi. (Batı Türkçesi, Doğu Türkçesi, Kıpçak Türkçesi,
Anadolu Türkçesi, Kazak Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi) Türk
mitolojisinde ve İslamiyet kabul edildikten sonra da delilerin ismi
ve yeri vardı. Teli, delü, telü, tilbe, tilber, tilve, divana,
telba, cini gibi kelimelerle nitelendirilen deliler, atasözü ve
deyimlerde de sıkça yer almalarıyla toplumdaki büyük ve kabul
edilen yerlerini bu zamana kadar korumuşlardır. Örneğin, “Köy
delisiz, dağ çalısız olmaz” sözü onların sosyal hayatın bir
parçası olma özelliklerini, “Koyverin deliyi boylasın Bolu’yu”
sözü, gezer halde bulunmalarını gösteren atasözleridir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Deliler,
gerçeklik sınaması büyük oranda bozulmuş ama gerçek yaşamdan
da tamamen kopmamış psikoz hastalarıdır. Kendilerine ya da
çevreye zarar vermedikleri, ölümcül veya yaralayıcı
saldırganlıkları olmadığı ve güvenliği tehdit etmedikleri
için toplumla uyum içinde yaşayabilmektedirler. Genellikle bir
takıntıları yani obsesyonları hatta kompülsif davranışları
bulunmaktadır, alkol bağımlılığı onlarda sıkça görülür.
Bazıları çabuk sinirlenebilir ve saldırgan olabilir, fakat
herhangi bir tehditle karşılaşmadıkları sürece zarar verici
olmazlar. Genellikle gezici halde bulunurlar, çok yürürler.
Kendilerine has giyim tarzları vardır. Onlara verilen kıyafetleri
çok çabuk kabullenmez, kabullense bile kendi tarzına uygun hale
getirir ve kullanırlar. Çoğu sabit bir yerde yaşamayı sevmez.
Çoğu kaldıkları derme çatma evlerini yakarlar. Deliliğin
kalıtsal bir yanı olsa da, kimi yaşadığı travmatik bir olaydan
etkilenerek, kimi alkol ve uyuşturucu gibi tetikleyicilerden dolayı
psikoza girmiş olabilir. Bazı delilerin nidalarına baktığınızda,
birine ya da bir duruma sitem edip kızdığını, bir olaya
saplandığını gözlemleyebiliriz. Bütün bunlara rağmen norm
dışı davranışları, onların toplum dışına itmemiştir, hatta
kendilerine has bir uyum sağladıkları da gözlenebilmektedir. Eski
çağlardan bu yana, onlara atfedilen bir takım özellikler ve
görevlerin olması da bunu destekler niteliktedir. Örneğin,
Şamanizm ve Gök tanrı dinlerinde, delilerin metafizik kavramların
etkisinde olan kimseler olduğuna inanılır; falcılık, gelecek
görme, kurşun dökme ve uğursuzluktan koruma, hekimlik ve kötü
ruhların kovulması gibi misyonlar yüklenirdi. Yani eski çağlardan
beri toplum içinde yerleri ve görevleri vardı. İslami kültürde
ise Allah aşkından ötürü aklını kaybetmiş insanlar olarak
“mecnun” diye anılırlardı. Eskiden bu yana delilerin bir takım
özellikleri ise tamamen uyumlu, hatta ideal olarak da görülmektedir.
Örneğin, deliler, dedikodu yapmaz, yalan söylemez, hırsızlık
yapmaz, ırz düşmanlığı yapmaz (yaptıkları bazı cinsel
içerikli hareketler çoğunlukla ırz düşmanlığı amaçlı değil
dürtü kontrolünün azlığındandır), toplumu eğlendirir, küçük
şeylerle mutlu olur, menfaat ilişkisi kurmazlar, hatta bazen dert
dinlerler. Bu yönleriyle de toplumca saf ve temiz görünürler
hatta özgür yaşantıları, özenilen bir durumdur. Bir yönüyle
belirsizlikleri ve kestirilemeyen davranışları insanlarda korkuya
da neden olabilir.
Sonuçta,
“delilik” ve “deli” ayrı ayrı herkesin zihninde başka
tanımlarla ve deneyimlerle konumlanmış olsa da, içinde
yaşadığımız zengin kültürün, toplumda onlara da
azımsanmayacak kadar büyük bir yer açtığını söylemek
mümkündür. Umut ederim ki özünde her ırka, her dine, her renge,
her yaşa ve yaşantıya yer açmayı bilen bu kültür nefretle ve
aşağılanmayla değil, hoşgörü ve kabulle yüzyıllar boyu
değerlerini koruyarak varlığını sürdürür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder